Modern toplum şiddete boğulmuş durumda – evde, işte, sokakta ve okullarda. Doğrusunu söylemek gerekirse, ikiden fazla kişinin bir araya geldiği her yerde maalesef ki şiddetin çıkma ihtimali var. Bu kadar çok şiddet, bozulan insan ilişkilerimizin ve yaşarken, çalışırken stres altında bulunduğumuz bir göstergesi.
Çoğumuz “hızlı şeritte” yaşamaktan zevk alıyor çünkü bize başarıya giden yolun bu olduğu söylendi. Böylece zihinlerimizin, bu kadar hızlı gitmenin tehlikesinden habersiz, olağanüstü bir hıza girmesine izin veriyoruz. Bir yarışçı gibi sürekli olarak çarpma tehlikesiyle karşı karşıyayız. Günbegün sınırda yaşayarak gergin bir lastik gibi oluyoruz – ya kopacağız ya da geri sıçrayacağız. Her iki durumda da sonuç olarak insan ilişkilerimize zarar veriyoruz veya yok ediyoruz. Şimdi öğrenmemiz gereken şey ise bu ilişkileri yeniden nasıl inşa edebileceğimiz ve stresi azaltarak etrafımızda uyumun hakim olduğu bir atmosferi nasıl yaratabileceğimiz.
Davranışlarımızda niteliksel bir değişikliğe, yavaşlamak ve şiddeti azaltmak üzere insanları ve karı aynı kefeye koyacak uyumlu bir girişime ihtiyacımız var. Fark ettiyseniz şiddetin azaltılmasından bahsettim. Mutlak bir uyumun olduğu bir ütopyanın yaratılması şu an insan kapasitesinin ötesinde görünüyor. Mohandas Karamchand Gandhi tarafından uygulandığı üzere şiddetsizliğin felsefesi, “mantık ile yönetilmiyoruz ve bu yüzden hayatlarımızda biraz şiddet gerekli olabilir. Yine de uygarlaşmaya doğru ilerliyorsak şiddeti en aza indirgememiz mümkün olmalı.” önermesine dayanıyor.
Materyalizme aşırı kafayı takmış bir dünyada kişi, “uygarlığın” gerçekten ne anlama geldiğini merak etmelidir. Dünyanın tüm zenginliklerine sahip olduğumuz için mi uygarız? En iyi eğitime sahip olduğumuz için mi uygarız? Bilimsel olarak ilerlemiş ve aya insan gönderme kapasitesine ulaşmış olduğumuz için mi uygarız? Görünen o ki bizim uygarlık kavramımızda insan ilişkileri denkleme pek de uymuyor.
Bilindiği üzere Amerikan toplumu, sağlam bir bireysellik üzerine inşa edilmiştir ki bu durum, öncülerin toprağı fethetmeye geldiği zamanlarda anlaşılır bir şeydi. Ama yerleşik hale geçtikten sonra bir toplum, böylesi bir bireysellik üzerinden gelişemez. Bir ulus, kendi toplumu kadar uyumludur ve bir toplum da aile kadar uyumludur. Bir ailenin her üyesi sadece kendisini düşünseydi “aile” daha çok aynı çatı altında, maddi olarak hayatta kalma mücadelesi veren insanlar toplamı gibi olurdu. Sevgi ve işbirliği olmazdı. Anlayış zayıfladığında ilişkiler yıpranmaya başlar ve biz daha bunu anlamadan “aile” dediğimiz yapı parçalanır. Bu ev içi felaket, bugün işyerimize ve topluma yansıyor.
Güçlü ilişkiler ancak, odağı ‘ben’den ‘birkaç’a kaydırırsak ve çevremizdeki başkalarını düşünmeye başlarsak kurulabilir. Bu, birbirimize güç verebilmek ve onlardan güç alabilmek için bireyselliği feda etmemiz gerektiği anlamına gelir.
Gandhi, materyalizm ve ahlakın ters bir ilişkisi olduğunu söylediğinde, ahlakı sadece cinsel anlamda kastetmemişti. Bunu etik anlamda da kastetti. Mallar ve sermaye kazanımları elde etme arayışımızda ilkeleri, ahlakı ve etiği denize atarak “mümkün olan her yola” başvurmaya genellikle hazırızdır. Başka bir deyişle çoğu zaman ahlaksız bir ticaretten ve ilkesizce elde edilen karlardan tereddüt etmeden zevk alırız.
Paldır küldür giriştiğimiz ideal yaşam arayışımızda görünen o ki en az değere sahip olanlar, insanlar– hatta bazen kendi yakınımızdakiler bile. Bu, gündelik yaşantılarımızda deneyimlediğimiz şiddetin çoğuna zemin hazırlıyor. Şiddet, anlamamız gerekiyor ki her zaman fiziksel değildir. Epeyce pasif şiddet deneyimliyoruz: açgözlülük, bencillik, düşüncesizlik, önyargılar, bağnazlık, sömürü, sindirme, tahakküm, nefret, öfke ve bunun gibi. Pasif ve fiziksel şiddeti iki kardeş olarak gösteren çizim bizlere yardımcı olacaktır. Bu tablo, tüm aile üyelerinin, işlenen her pasif şiddet eyleminin ne olduğunu görmesi için evde bir duvara asılmalıdır. Bu, zayıf yönlerimizi tanımanın ve onları güçlü yönlere dönüştürmenin yollarını araştırmanın etkili bir yoludur.
Pasif şiddet öfkeye, öfke de fiziksel şiddete neden olur. Evlerimizde veya mahallelerimizde fiziksel şiddetin olmaması ille de barış ve uyumun var olduğu şeklinde yorumlanmamalıdır. Altta yatan pasif şiddet, fiziksel şiddete dönüşmeyi bekleyen bir kazan gibi kaynar – ve de patlar çünkü bize, pasif şiddetin yarattığı öfkeyle nasıl başa çıkacağımız öğretilmiyor. Bize defalarca “bunu sisteminizden çıkarın” deniyor, ancak bunu etkili bir şekilde nasıl yapacağımız hiç ya da çok nadiren gösteriliyor.
Büyükbabam Gandhi bana, 13 yaşındayken, elektrik benzetmesini kullanarak öfkeyi öğretti. Öfkenin, kötüye kullanırsak elektrik kadar ölümcül olabileceğini, saygı ve zeka ile muamele edilirse faydalı olabileceğini söyledi. Öfkemi herhangi bir engel koymadan içine dökebileceğim bir “öfke günlüğü” tutmamı, ardından, iyileştirmenin yollarını bulmak için periyodik olarak bu günlüğü okumamı önerdi. Sonuçta periyodik olarak incelenmeyen bir hayat, yaşamaya değmeyen bir hayattır. Gandhi, hayatımın temel ilkelerinin şöyle olması gerektiğini söyledi: Başkalarının sana yapmasını istemediğin şeyleri başkalarına yapma. Bu, öfkemle olumlu bir şekilde başa çıkmanın yollarını bulmamda bana yardımcı oldu. Günlük, ayrıca bana duygularımı kaydetmemi sağladı, böylece haftalar, aylar ve hatta yıllar sonra içimde meydana gelen veya gerçekleşmeyen değişiklikleri inceleyebildim. Bana nasıl özverili olacağımı ve kendimi düşünürken başkalarını da düşünmeyi öğretti.
Herhangi bir yerdeki, herhangi bir biçimdeki şiddet ayıplanır, kınanır – özellikle evde ve işyerinde çünkü bu sevmemiz, onurlandırmamız ve saygı duymamız beklenen insanlara karşı şiddet uyguladığımız anlamına gelir. Yakın çevremizdeki insanlara şiddet uygulamakta tereddüt etmiyorsak tanımadığımız insanlara zarar vermekten neden çekinelim? Kurtuluş, toplumu değiştirmeye çalışmadan önce benliği değiştirmede yatar. Büyükbabamdan alıntı yapacak olursak: “Görmek istediğimiz değişim, biz olmalıyız.”
*Arun Gandhi; Tennessee, Memphis, Christian Brothers Üniversitesi’ndeki M.K. Gandhi Şiddetsizlik Enstitüsü’nün kurucusu ve direktörüdür.
**siddetsizlikmerkezi.org kütüphanesinde yayımlanan metinlerden yazarları sorumludur. Metinlerin siddetsizlikmerkezi.org’da yayımlanmış olması Şiddetsizlik Eğitim ve Araştırma Derneği’nin görüşlerini yansıttığı anlamına gelmemektedir.