Giriş
İçinde bulunduğumuz yüzyılın sonundan -ki tarihin en kanlısı olarak tanımlanıyor- şiddetsiz eylemin geleceğine bakmak haklı bir karamsarlık doğurabilir. Öte yandan, insan evriminin tüm kanlı evreleri baskıya karşı yürütülen mücadelede şiddetsiz eylemi meşrulaştıran ve arzu edilen değişimi getiren büyük şiddetsiz eylem başarılarına tanık oldu. Siyasal ayaklanmaların sayısının şiddet devam etse bile arttığı, sıklıkla haksızlık ve baskıya karşı kendiliğinden tepkiler olarak meydana geldikleri ampirik bir gerçekliktir. Dünyadaki çatışma haritasına gelişigüzel bir bakmak bile gösteriyor ki şiddetsizlik hala çok uzak. Birkaç örnek vermek gerekirse Afganistan, Angola, Burundi, Keşmir, Liberya, Dağlık-Karabağ, Çeçenistan, Ruanda, Somali, Kuzey İrlanda, Sudan ve Sri Lanka’da yaşanan durumlar şiddetsizlik savunucuları arasında çaresizliğe sebep oluyor ve şiddetsiz eylemin evrensel uygulanma potansiyeli iddiasında şüpheye yol açıyor.
Gandhi, şiddetsizliğin kitlesel sosyal ve politik eylemlerde faydasını gösteren ilk kişi olarak bilinir. Şiddetsizliği bir ahlaki felsefe olarak görüyordu, bir yaşam ve bir eylem biçimi. Bununla birlikte şiddetsizlik, giderek bir yaşam biçimi ya da ilke olarak değil bir eylem yöntemi olarak çekici hale geliyor. Gandhici bir bakış açısıyla şiddetsizliğin bu formları sürdürülebilir olamaz. Gandhi, şiddetsizliği dinamik bir konsept olarak gözünde canlandırmıştı ve bu sanatı uygulama ve gerçeğe tutunma ile mükemmelleştirme çağrısı yapmıştı. Her ne kadar tarihin elitist şekillendirilişi bunu görmezden gelmiş olsa da şiddetsizlik yeni bir fikir değil. Bunun nedeni, şiddetsiz eylemin kendilindenciliğe/ doğaçlamaya dayanması olarak görülüyor. Şiddete açıkça bağlı olan hareketlerde bile uzun süren çatışkıların ardından şiddetten büsbütün bezginlik duyulması nedeniyle, hareketlerin organizasyonundaki kişiler silahsız direnişin sivil formlarını deniyor ve sıklıkla da muhteşem sonuçlar alıyorlar. Şiddetsizlik, ister bir seçim olarak isterse bir gereklilik sonucunda olsun popülerleşiyor ama çoğunlukla ikincisi nedeniyle. Şiddetsiz eylemin genelde uygulanan biçimi Gandhi, Ghaffar Khan ve King’in öngördüğü son derece ilkeli formlarından farklıdır. Sekülerleştirilmiş versiyon şiddetsizliği araçsal olarak tasarlanmış bir eylem metodu, normatif temeli olan ilkeler yerine rasyonel tercihler üzerinden meşrulaştırılmış ilkelere dayanmak ve çatışkıda kazanan olmak olarak görür. Bu durum, uygulayıcıların, şiddetsiz eylemin yüksek ahlaki duruş noktasına kayıtsız oldukları anlamına gelmez. Gene Sharp, şiddetsizliği bir politik strateji olarak sistematikleştiren kişi olarak bilinir ve günümüzün başta gelen şiddetsiz eylem teorisyenidir.
Bu metin Sharp’ın, yapısal şiddetin formlarını içeren yaklaşımlarının sınırlarına işaret etmekte ve yapısal bilinç aşılanmasının gerçekten özgürleştirici olan şiddetsiz eylem için bir olmazsa olmaz oduğunu ileri sürmektedir. Sharp’ın genel yaklaşımını destekleyerek, yüksek ahkali ilkelere bağlılığın, böylesi ilkeler insan hayatının yaşanmışlıkları ile sık sık çeliştiğinden, eylemlilikler için genellikle bir engel olduğu iddiasını sunuyorum.
Şiddetsiz eylem nedir?
Şiddetsiz stratejiler; iş birliği yapmamaya, politik jiujitsuya, ya da söz konusuysa düşmanını sevmeye dayanır. İlki rızanın geri çekilmesine dayanır; gücün kaynağını oluşturan vergi mükellefleri, askerler gibi insanların gönüllü işbirliğinin yöneticinin, gücünü muhafaza etmesi için gerekli olduğunu varsayar ve bu [rıza] bir kez geri alındı mı sistem, bir vakumun içinde var olamayacağından, çökecektir. İkincisi, yöneticiyle, yöneticinin dengesini bozmayı hedefleyen şiddetsizliğin alışılmadık yöntemlerini kullanarak mücadele etmeyi amaçlar. Baskının artmasıyla, şiddetsiz eylemcilerin sayısı ve muhalefetin şiddeti de artar. Bu durum, karşı tarafın olağan destekçilerine karşı yeterli bir iç muhalefete yani karşı tarafın muhalefetle başa çıkma kapasitesinin azalmasına yol açar. Eğer bu muhalefetin amacı karşı tarafın dönüştürülmesi ise manevi bir jiujitsu (moral jiu jitsu ) olur. Bu metodun politikada bir araç olarak kullanılması bir jiu jitsuya sonuçlanır. Teorik olarak yöneticiler halkın iş birliği yapmasına dayanırlar ve bu (işbirliği) bir kez reddedildiğinde kağıttan evler gibi dağılacakları iddiası mantıklıdır. Sharp der ki, “Eğer [işbirliğini] geri çekme yeterli bir süre, yeterli sayıda insan tarafından yapılırsa rejim ya uzlaşacak ya da çökecektir.” Şiddetsiz eylem, değişime 3 şekilde yol açmayı amaçlar: İlki dönüştürme ki en ender olanıdır. İkincisi uzlaşma, en alışılmışıdır. Üçüncüsü şiddetsiz baskı (zorlama)dır ki bunların içinde içlerindeki en uç olanıdır.
Sharp, şiddetsiz eylemin herhangi bir biçimde pasiflikle ilişkilendirilmesine karşı çok çaba gösterdi. Sharp: “Şiddetsiz eylem, bir savaş olduğu kadar bir mücadeledir. Kuvvetlerin karşılaşmasını ve “savaşları” içerir; akıllıca stratejiler ve taktikler gerektirir ve “askerlerinin cesaret, disiplin ve fedakarlığını” talep eder. Sharp şiddetsiz eylemi aynı zamanda anarşizmden farklılaştırmaya da çalışır. Bunu yaptırımlardan korkmaya ve ekstra bir anayasal gidişatın ortaya çıkmasına rıza göstermeye dayandırır. Şiddetsiz eylemin devletin anayasal sistemine dahil edilebilmesinin mümkün olduğunu söyler. Sharp bir kere devletin var olmasını savunur; şiddetsiz eylemi demokratik kabul eder ve toplumda insan özgürlüğünü savunma ve sürdürme kapasitesi olan kalıcı bir eleman olarak konumlar. Şiddetsizliği, Gandhi’nin modern uygarlık eleştirisinde yaptığı gibi normatif yaşam formlarından ayırır ve liberal demokraside yer etmiş meşru bir eylem biçimi olarak birleştirir.
Şiddetsizliğin asıl değeriyle mi yoksa etkililik miktarı kriteriyle değerlendiren bir strateji olarak mı ele alınması gerektiği tartışması eski bir ihtilafı tekrar canlandırır. Ama bu ihtilaf ya da karışıklık hala çok sayıda şiddetsiz aktivistin peşini bırakmıyor, özellikle şiddetsizliğin ahlaki üstünlüğünü vurgulayanların. Gandhi, kendi yöntemlerinin üstünlüğünü maliyet etkinliği bazında eşit derecede gerekçelendirirken bunu şiddetsizlik için birincil bir sebep değil bir rastlantı olarak öngörmüştü. Bu ahlaki duruş, aynı zamanda Ghaffar Khan ve M. L. King’in düşüncelerinde ve yaptıkları işlerde de yansıma bulur. Khan şiddetsizliğin kaynağını, alışılmamış bir biçimde, İslam’da, peygamberin öğretilerinde bulur. King, Hristiyanlıktan esinlenir ve Gandhi’nin fikirleri bunun ışığında yorumlanır. Derin bir manevi bilinç üzerine inşa edilen bu yaklaşım şiddetsiz gelenek içerisinde halen güçlü bir yere sahiptir. A. T. Ariyaratne: “Bugünün şartlarında, şiddetsizliğe ve sosyal adalete kendini adamış olanlar, neredeyse yalnızca kendi içlerinde uyandırabilecekleri manevi bilince dayanmalıdırlar. [Bu kişiler] bu enerjilerini genel nüfusun kitle bilincini (aklını) etkileme gücüne sahip bir kritik kütlede (critical mass) bir araya getirdiler. Değişimi gerçekleştirmek üzere yapılacak ruhani/manevi eylemler bağlamında dışarıya yapılan manifestolar kendi içinde korkusuzluk ve feda menifestoları olarak ortaya koyacaktır. ” Dalai Lama, manevi gelenekle aynı doğrultuda, tutkunun, şiddetsiz eylem temeli olan sevgiyle birlikte dile getirilmesini öngörür. Her ne kadar bir yaşam tarzı olarak ilkesel şiddetsizlik bazı çevrelerde varlığını sürdürse de en yaygın uygulaması muhtemelen seküler versiyondur. Bununla birlikte,bu durum bunların her zaman birbirlerinden bağımsız var oldukları ya da net sınıflandırmalar yapılmasının mümkün olduğu anlamına gelmez.
Organize dinlerin, muhafazakâr güçlerle sık görülen ortaklığına rağmen, şiddetsiz eylemdeki rolü bu aşamada göz ardı edilemez. Örneğin Katolik kilisesi Filipinler’de, Doğu Timor’da olduğu gibi baskıya karşı birleşen sivil nüfusa destek sağlayacak önemli bir rol oynadı. İkinci olayda Timorluların ulusal özerklik taleplerinde Katolik kilisesi de yakından ilişkiliydi. Güney Afrika’da Anglikan kilisesi ırk ayrımcılığına karşı mücadelede işgalcilerin kilise binalarını kullanmasına izin verdi, vergi direnişini destekledi ve vicdani retçileri destekledi.
Şiddetsiz eylemin temeli: güç ve rızanın yeterliliği
Sharp, gücün önemiyle ilgili olarak, birinin, karşıtlarının kontrol altında tutabilmesi için güç kullanılması gerektiği noktasında şiddet yanlılarıyla hemfikirdir.
Sharp, şiddet yanlılarının politik güce ilişkin bakış açıları yukarıdan aşağıyadır; “insanlar devletlere bel bağlarlar, politik güç monolitiktir, güç gerçekten bir avuç insanın elindedir ve kalıcıdır ve kendi kendine varlığını sürdürebilmektedir. Bunun aksine, şiddetsiz güç aşağıdan yukarıyadır. Yani, yönetim halka dayanır, bu güç çoğulcudur ve bu politik güç kırılgandır. Çünkü kendi gücünün kaynağını sağlamlaştırmak üzere başka pek çok gruba ihtiyaç duyar. Sharp, ”gücün kullanılması, yönetilenlerin, rızayı geri çekerek karşı tarafın gücünü kontrol, hatta yok edebilecek olan rızasına dayanır” der. Sharp’ın sınıflandırmasında, Amerikan kolonistlerinin Britanya ile mücadelesi ya da 1905 Rus Devrimi gibi tüm örnekler şiddetsiz baskı taktiklerinin uygulanma örnekleridir. Şiddetsiz eylem daha geniş ya da sınırlı amaçlar için kullanılabilir. Yöneticilerin gücü dışsaldır, kendi özüne ilişkin değildir, yönettikleri toplumdan gelir. Politik güç tek taraflı bir ilişki değildir ama taraflardan biri yenilenmek için rızaya ihtiyaç duyar. Politik gücün kurumsallaşmış uygulaması rıza boyutunu, Lockçu bir biçimde, gözardı etmiş olsa da rızaya dayalı güç fikri yeni bir şey değildir. Sharp, Gandhi-King-Khan’ın içsel bir ruhsal çözümlemede ifadesini bulan feda ve acı çekme geleneğini batının baskın teknik akılcılığıyla bir araya getiren bir eylem metoduna dönüştürmesiyle bilinir. Sharp, argümanını desteklemek ve fikrini stratejist ve politika yapıcılarına kabul ettirmek için sıkça stratejik konuşmalar yapar.
Kadınlar, özellikle de radikal kadınlar, şiddetsizliği idealize etme eğilimini sık sık sorgularlar. Adler ve Ling gibi feministler:”Kadına yönelik şiddet, şiddetsizlikle tekno-rasyonel problem çözme yönteminden ayrılır ve geriye bulgular, anlayış ve en önemlisi çözümleme kalır” der.
Brian Martin, Sharp’ın yönetenler ve yönetilenler üzerine ataerkilliğe ilişkin basit sunumu yetiştirilme, karakteristik davranış beklentileri, iş bölümünde toplumsal cinsiyet, taciz, tecavüz ve diğer sömürü sistemleri ya da Sharp’ın yüksek önceliği olan militarizm ve devlet gibi yapılarla bağlantılı benzer karmaşık süreçleri kapsamadığını söyler. Düşmanı sevmek tecavüzü nasıl önleyebilir; iş birliği yapmamak sözlü şiddetin ve kadınların yeterince özsaygılarının olamamasının önünü nasıl keser? Yapısal bir bakış açısıyla feministler, şiddeti tamamen dışarıdan gelen fiziksel bir eylem olduğunu ileri sürerler ve bu da kadınları en çok etkileyen “şiddetin çok katmanlı kurumsal kökeni”ni dışlamalarına neden olur. Dahası, “baskı sistemleri, bu sistemleri yaratan yapıların içine yerleşmiş güç formları içerir.” Bunun da ötesinde “ezilenlerin deneyimleri, bazı baskın perspektiflerin sınırlarını göstermek yerine farklı dünya görüşleri olarak görülmeli.” Kadınlar teslimiyet sistemi ve yıllar süren mücadele sonunda bunun içselleştirilmiş olması nedeniyle düşmanlarını zaten seviyorlar, ataerki karşısında iş birliği yapmama stratejisi mümkün müdür diye sorarlar. Şiddetsizlik zaten atlattıkları badirelerde kadınlar tarafından denendi ancak herhangi bir etkisi olmadı. Bu sebeple yeni şiddetsizlik söylemi ataerkil baskının mevcut formlarını işaret etmek yerine güçlendirmek eğiliminde. Politik jiujitsu, karşı tarafı etkileyebilmek için ortak kültürel inançlar ve normlar gerektirir. Yine de, Greenham komününün deneyiminden alıntılarsak, derler ki kadınlar “uygun feminen davranışların ne olması gerektiğine ilişkin uyuşmazlık” nedeniyle olumsuz biçimde anlamlandırıldılar ve “politik juijitsu” kadınları, değiştirmek istedikleri toplum kurallarına uymaya zorladı. Bu nedenle toplumda, şiddetsizliğin etkiliğini gözardı eden bir konsesusun olmaması bir zorunluluktur. Aslına bakılırsa “düşmanını sev” fikrinin ortadan kaldırdığı şey öfke faktörüdür. Bu öfke ya da memnuniyetsizlik değişim için bir araç görevi görmek yerine yalnızca şiddetsizlik [kavramı] içinde kıymetlendirilmiştir. “Böylece şiddetsizlik, şiddeti ve şiddetin öfke gibi sosyal olarak olumlanan değerlerini reddeder. Kadınlar, kendilerine karşı şiddeti durdurmak için bu öfkeyi fark etmeli ve anlamalıdır. Yoksa baskıyı tam olarak meşrulaştırmış olurlar. Ataerki, tarihsel olarak “manevi olarak üstün kadın” mitiyle kadınların öfkesini arttırır ve ötekileştirir… Bu manevi standardı reddeden her kadın bir biçimde alt-dişil [toplumca ikinci sınıf olarak kabul edilen kadın- çn) haline gelir. Bu öfke, şiddetsizlik taraftarları tarafından çoğu zaman fark edilmeyen bir gücün kaynağıdır. Barış aktivisti Marcos Bisticas-Cocoves, “Şiddetsiz doğrudan eyleme bir taktik olarak hala inanıyorum ama öfkeyi yeren ve sevgiyi öven bir felsefenin politik olarak yaşayabilirliği üzerine ciddi şüphelerim oluştu… Eylemin ön koşulu olarak öfkeyi terk etmeyi talep eden bir felsefe… ” Ona göre öfke gücün kaynağıdır ve öfke, güç sahibi olanları dönüştürmek için değil etkilemek üzere bir baskıya dönüştürülmelidir.
Bu monolitik güç fikri de sorunludur. Patron-müşteri ilişkileri ağı yoluyla gelişen birçok eyalet bulunmakta. Bu eyalet genellikle grupların koalisyonuna veya gücün bir dereceye kadar dağılması üzerine yapılanabiliyor. Sistematik biçimde baskıcı olan dağınık güç, toplumun oldukça büyük bir kısmının rızasını geri çekmeye ikna etmenin zor olduğu durumlarda şiddetsiz eylem için bir sorun oluşturuyor. Eylemi pek çok durumda zorlaştıran, bu eyaletin karmaşık yapısıdır. Tam da devletin uyguladığı baskılar gibi belirli kesimlere, özel ayrıcalıklar ve sübvansiyonlar sağlayarak yardım etme eğilimindedir. Eyaletin yapısının kendisinin ya da bir veya daha fazla etnik grubun eş zamanlı olarak problem olarak tanımlandığı etnik bakımdan bölünmüş toplumlarda problem daha da karmaşık hale gelir. Yaş, cinsiyet ya da kültür farketmeksizin şiddetsiz mucizenin düşmanı dönüştüreceği ya da baskılayacağı varsayılır. Gene Sharp şiddetsiz eylemi evrenselleştirir ve başarısızlıkların genelde “tekniği uygulayan grubun veya kullanılan strateji ve taktiklerin zayıflığına” bağlı olduğunu söyler. Örneğin Burma vakasını ele alın. Aung Sang’a verilen halk desteğine rağmen cunta, iktidara iyice yerleşmiş durumda. Bu biraz da rejimin, bilginin hem halka ve hem de dışarıya yayılmasını engelleyen stratejilerinden kaynaklanıyor ve dış dünyaya güveni azaltarak küresel kamuoyuna kapalı hale getiriyor. Kitle kontrolüne ilişkin ileri teknolojiler genellikle insanların iktidar tarafından işlenen suçun doğasını anlamasını önlüyor. Polis kontrolünün yeni araçları “şiddetsiz eylemle mücadelede esnek bir zorlayıcı güçle karşılık veriyor ama bu her zaman da ölümcül olmayan zorlayıcı güç olmuyor. Bu öyle bir tasarlanıyor ki [polisin kullandığı gücün] etkilerinin gerçek sonuçlarını maskeliyor ve böylece medya hangi düzeyde bir zor uygulandığını tam olarak anlayamıyor.
Şiddetsiz eylemlerle gerçekleşen tüm bu değişimlerin Sharp’ın iddia ettiği gibi uzun ömürlü olacağı çıkarımını yapacak yeterli ampirik kanıtımız yok. Hint bağımsızlığını takip eden toplumsal ayaklanmaları ve Gandhici mirasa karşın sosyal yapımıza bela olan çatışkı spektrumlarını değerlendirin. Bunun sebebi, şiddetsiz eylemin yapısal analizden yoksun olması mıdır? Yapısal analizler akademinin ihtiyaçlarını tatmin eden kusursuz materyaller üretir ama bunlar eylem için yetersizdir; yapısal yaklaşıma yönelen ve tanınan bir barış araştırmacısı olan Galtung’a karşı Sharp’a açık bir puan kazandırır. Birini diğerine bağlamak muhtemelen şiddetsiz eylemin bugün karşı karşıya olduğu en büyük zorluktur.
Baskının formlarını vurgulama
Şiddetsiz eylem, bireyin özerklik ya da ahlakı üzerine şekillenen şiddetsizliğin bir uzantısı olduğu için bireysel ilişkilerde olup bitenlerin grup ilişkilerinde benzer biçimde gerçekleşeceğine ilişkin bir inanç vardır. Emperyalizm, ataerki ve ırkçılık gibi yapısal şiddet örnekleri yapının içine yerleşmiştir. Şiddetsizlik savunucuları, öyle görünüyor ki, bireysel temelde gerçekleştirilen işbirliksizlikler (işbirliği yapmama eylemleri) yapısal problemlerin üstesinden gelebileceğini iddia ediyorlar. Örneğin, kapitalizm, dayanıklılığı ve potansiyeli çoğu zaman şiddetsiz eylemciler tarafından tam olarak kavranamayan bir sistemdir. İlginçtir, üçüncü dünyada baskıya karşı gerçekleşen sivil itaatsizlik hareketlerinin çoğu kapitalizmin doğuşuna eşlik etmiştir. Şiddetsiz eylemin sonuçları, yapıların/kurumların içine gömülmüş durumdadır. Kapitalizm bir sistem olarak eğitsel yapılarda, kitle iletişiminde, aile, popüler kültür, gündelik yaşam ve faaliyet biçimlerinde bir hegemonya olarak yansımasını bulur. Örneğin Hindistan’da insanlar nükleer silahların kullanılmasını protesto ettiklerinde vatansever olmamakla ve yıkıcı olmakla suçlanıyorlar. İnsanların vicdanlarındaki bu yapısal özelliklere seslenilmeli ve bu sesleniş de ancak yapısal analizler yapıldığında işe yarayacaktır. Şiddetsiz aktivizm, çatışkı çözümleme programlarına bir ilgiyi de doğurmuştur. Korkulan; bu çatışkı çözümleme programlarının şiddetsiz aktivizmi politik içeriğinden mahrum bırakarak teknik bir problem-çözüme biçimine dönüşeceğidir. Sam Diener: ”problem çözümü programlarının popüler/ana akım bir hale gelmesi nedeniyle, uyuşmazlığın taraflarının farklı güçlere sahip olmasının yaratacağı etkilerin farkındalığı olmadan hayata geçirilen barış-yapıcı (peace making skills) yetenekleri geliştiren çalışmalar ve şiddetsizlik eğitimlerinin politik içerikten yoksun kalması ve baskı/ezilme biçimlerinin sadece bireyler arasında çözülmesi gereken problemler olarak ele alınması tehlikesiyle karşı karşıyayız. En kötüsü de arabuluculuk programlarının kendilerini çatışkı çözümleme içerisinde konumlandırmasıdır ki bu statükoyu korumak üzere çalışan idareciler ve politikacılara bir kontrol aracı daha sağlayabilir. ” Aşırı baskı durumlarında şiddetsizliğin kullanılabilir olup olmadığı sorulabilir. Kabul etmeliyiz ki baskıcı hükümetler bile sadece baskıyla var olamazlar. Yönetimlerini meşrulaştırmak için halka hizmet ya da başka şeyler sağlıyor olmaları gerekecektir. Dahası, bu sistemler yöneten- özne ayrımıyla genelde karıştırılan patron-müşteri ağına dayanırlar.
Devlet, genellikle silahsız insanları terörize etmek üzere milis grupları yaratabilir tıpkı Doğu Timor’da Endonezya ordusunun göz yummasıyla gerçekleşenler gibi. Bu ölüm mangaları ve terörist gruplar, terör estirerek insanları teslimiyete yöneltiyor. Aynı anda Endonezya hükümeti bunun sorumluluğunu reddediyor. Stephan Zunes bu duruma “baskı araçlarının özelleştirilmesi” diyor. Bu gibi durumlar, şiddetsiz doğrudan eylemin hedeflerini şaşırtıyor. Gerçek hayatta karşı tarafın kendisini herhangi bir karşılık vermek zorunda hissetmediği bunun gibi birçok duruma tanıklık ederiz. Hatta çok basit meselelerde bile insanlar kendi düşündüklerinin doğru olduğuna ikna olmuş vaziyette oldukça aykırı fikirler ortaya koyuyorlar. Ayrıca insanlar bireysel olarak çıkarcılar ve yalnızca hareket bir eşik seviyesine ulaştığında desteklerini almak mümkün oluyor.
Yapıcı elementlerin katılımı
Andrew Rigby, Gandi’nin kötüye karşı çıkarken insanların acil ihtiyaçlarını hedefleyen yapıcı programlar gibi pozitif stratejiler kullanma ve aynı zamanda geleceği kurgulayan bir açıya sahip olma yaklaşımının ciddiye alınması gerektiğini söyler. İntifada sırasındaki şiddetsiz müdahaleler üzerine çalışmasında; “Görünen o ki en başarılı müdahale türleri Gandhici ‘yapıcı çalışma’ yaklaşımına ilişkin paylaşımda bulunulan müdahale türleri: çatışkı bölgesinde barış-yapıcı aktivitelerin içindekilere yardımcı olmak üzere yapılan müdahaleler, mağdurların acılarını azaltmaya yardımcı müdahaleler, birinin, düşmanlar arasında uzlaşma süreçleri ve diyaloğu kolaylaştırmak için hizmet sunması. Bu tür yapıcı müdahale biçimleri sadece çatışkının doğrudan taraflarınca ortaya konan ihtiyaçları karşılamaya yardımcı olmaya yönelik değildir aynı zamanda çok daha barışçıl ve işbirliği içeren bir geleceğin yaratılmasına olan bağlılığı da somutlaştırır. Bazı protesto-merkezli müdahaleler drama ve kamusallık potansiyelinden yoksundurlar ancak çatışkılar üzerine etkileri her zaman daha esaslıdır.” Aslına bakılırsa [Rigby’nin] kurumların sanayileşmemiş formları olarak adlandırdığı daha barışçıl sosyo-politik yapılar yaratılmasına dair Ghandici yaklaşım gibi bu bakış açısı da dünyanın başka hiç bir yerinde yankısını bulmamıştır. Şiddetsiz hareket, çoğunlukla kapitalizmin sorunsuz bir sistem olduğu varsayımı üzerinde işler.
Sonuç
Şiddetsizliğin geleceği, milyonlarca sıradan erkek ve kadının katılımını dışarıda bırakan uygulamadaki saflığa vurgu yapmaktan ziyade yaratıcı kullanımında yatar. Belli bir durumda neyin şiddetsiz bir hareket olacağını belirleme sorumluluğu eylemin içinde olanlardadır, dışarıdan bakanlarda değil. Eylemin gerçekleştiği yer dışındaki bir bağlamda gelişen normlara göre şu doğrudur, bu doğru değildir demek doğru değildir. Bu, şiddetsiz bir hareketin [şiddetsizliğin] daha katıksız unsurlarını kullanamayacağı anlamına gelmez. Şiddetsizlik yönteminin kullanımından farksız olan araçlara vurgu yapmalıyız. Karşı taraf eylemcilerin esasında şiddetsiz olan eğilimleri ile şiddetsiz eylemi genellikle birbirinden ayırmaz. Söz konusu yöneticiler olduğunda, şiddetsiz eylemin ilkesel ya da stratejik her çeşidinden endişe duyarlar. Şiddetsiz eylem sistem merkezli değil aktör merkezlidir, bu nedenle de birçok baskı biçimi, sistemik doğası nedeniyle şiddetsiz eyleme uygun değildir. Şiddetsizliğin evrensellik ve toplumla konsensüs içinde olmaya dair inanışı ve baskının zorlukla fark edilen biçimlerinin iktidar-özne kategorisine indirgendiğini algılamadaki başarısızlığı, baskı gören, kadınlar gibi öz bilince sahip gruplar için çekiciliğini yitiriyor. Öfkeden, bir harekete geçme stratejisi olarak faydalanmak gerekebilir.
Katışıksızlık (pürizm) ve bağımsızlıkla ilgili aşırı kaygıları nedeniyle benzer hareketlerle ittifaklar kurma konusunda tetikte olmamıza da gerek yok. Şiddetsizlik her derde deva bir ilaç gibi görülmemelidir. Bazı çatışkılar doğası gereği şiddetli ya da şiddetsiz çözüme dirençlidirler. Doğu Timor’da Endonezya destekli sivil milislerinin saldırılarına karşı BM’nin koruma sağlaması gibi sivil halkı korumak için bazı durumlarda güç gerekli olabilir. Aracılık çabaları da beklenen sonuçları henüz vermiş değil. Etnik çatışkılardaki şiddetsizliğin rolü, şiddetsiz çözüme ilişkin direncin artması nedeniyle yeniden değerlendirilmeli. Şiddetsizlik, şu anki sosyal evrimimizde şiddetin fonksiyonel bir alternatifi ya da tam tersi olamaz. Değişim sonrası durum üzerinde kontrolü kazanmak için şiddetsizliğin yüksek seviyede bir yapısal bilincin ve sömürü sistemleri arasındaki bağlantılara ilişkin farkındalığının ardından gelmesi gerekir. Bu, şiddetsiz eylemin karşı karşıya kaldığı en önemli zorluklardan biri olmaya devam ediyor.
M. S. John