Şiddetsiz Eylem ve Değişimin Aktörleri

Bu görsel, üst açıdan kamera ile çekilmiş, siyah beyaz bir fotoğraf. Fotoğrafta, geniş bir yolun orta kısmında arka arkaya 4 adet tank bulunuyor. En öndeki tankın hemen önünde ise bir insan bulunuyor. Fotoğraf Çİn' de, 1989 yılında Tiananmen Meydan Protestolarında çekilmiş. Jeff Widener tarafından çekilmiş bu fotoğraf, dört tankı tek başına durdurmaya çalışan bir protestocuyu göstermektedir. Bu fotoğraf, 20. yüzyılın en ünlü fotoğraflarından biri haline gelmiş ve Soğuk Savaş döneminin sonunun uluslararası simgelerinden biri olmuştur.
Şiddetsiz eylem sıradan insanların hakları, özgürlükleri ve adalet için mücadele etme yollarından biridir. Sıklıkla ahlaki ya da etik şiddetsizlik ile ilişkilendirilir. Ancak ben burada ahlaki ya da etik dayanaktan bağımsız, bariz bir olgu olarak bir çatışmada nasıl işe yarayacağından, nasıl bir koz olarak kullanıllabileceğinden ayrıntılarıyla bahsedeceğim.
 
Şiddetsiz eylem, bir toplumdaki gücün eninde sonunda insanların rıza ve itaatinden türediği anlayışı üzerine kuruludur. Buna karşılık hakim görüş, bir toplumdaki gücün, doğası gereği servet birikimine ve şiddet uygulama kapasitesine sahip olana dayandığıdır. Fakat ekonomi nasıl yerkürenin bir alt sistemi ise -ki bu yüzden de nihayetinde yerkürenin yasalarınca yönetilir- aynı şekilde, şiddet ve para üzerine kurulmuş gibi görünen güç sistemleri de aslında binlerce ya da milyonlarca insanın yaygın davranış ve itaat motiflerinin alt sistemleridir. Eğer bu insanların bağlılıkları, davranışları ve itaatleri değişirse toplumdaki ve dünyadaki güç dengesi de değişir. Basitçe söylemek gerekirse, eğer insanlar itaat etmezse hükümranlar ve şirketler hükmedemez.
 
Bu yüzden şiddetsiz eylem, gücü, insanların bağlılıkları, davranışları ve itaat motiflerinde kolektif düzeyde değişimler yaratarak yönlendirir. Hint Bağımsızlık Mücadelesi, A.B.D Sivil Haklar Hareketi ve çeşitli işçi mücadeleleri (örneğin 1960’ların ortalarındaki Birleşik Çiftçi Hareketi gibi), Ferdinand Marcos’un devrilmesi (1986),  Augusto Pinochet (1988), Güney Afrika’da ırkçılık (1980ler-90lar), Slobadan Milosevic (2000) ve Ukrayna’daki otoriter sistem (2004) zamanlarında olduğu gibi çok çarpıcı bir şekilde gerçekleşebilir bu anlar. Ya da insanlar mahalledeki dükkanlardan alışveriş yapmayı seçtiklerinde, bir ürünü boykot ettiklerinde ya da alternatif kurumlar ve ekonomiler geliştirdiklerinde değişimler çok daha alttan alta gerçekleşebilir. Sayısız yöntem ve tezahüre rağmen  tüm şiddetsiz eylem edimleri şu üç kategoriden birine tekabül eder: icra eylemleri -insanların kendilerinden beklenmeyen, yükümlü olmadıkları veya izin verilmeyen şeyler yapmalarıdır, ihmal eylemleri -insanlar kendilerinden beklenen, yükümlü oldukları ya da gerekli gördükleri şeyleri yapmamalarıdır; veya ihmal ile icra eylemlerinin bir karışımı.
 
İnsanların itaat ve davranış motiflerinde değişimleri teşvik edebilmek için her şeyden önce insanların neden itaat ettiklerini ve öyle davrandıklarını anlamak önemlidir. Sebepler toplumdan topluma değişir ancak dünyanın her tarafından eylemciler ve eylem örgütleyicileriyle karşılaştığımda gördüğüm, itaat için en sık rastlanan iki sebep şu: insanların başka davranış alternatifleri yok ve eylemlerinin bir fark yaratacağına dair özgüvenleri eksik. Birçok insan, içinde bulundukları toplumda gerçek güce kendilerinin sahip olduğunu unutmuş durumda. Elbette örgün eğitim, şirketler, hükümetler ve medya, gücün, hükümet binalarındaki veya şirketlerin idari merkezlerindeki birkaç kişide olduğunu, para ve (üzerinde tekel kurdukları) silahların da gücün kesin kaynakları olduğu anlatısını hep pekiştirirler. Bu anlatı onların amaçlarına fevkalade uygundur. Buna rağmen tarih boyunca başarılı şiddetsiz hareketler, kolektif eylemleriyle ortak bir görüş etrafında örgütlenen ve stratejik davranan insanların ordulara ve paraya sahip olanlardan daha güçlü olduklarına dair insanları bilinçlendirdi. Günümüzün ilgi toplamaya çalışan bütün taban hareketleri de bu gerçeği dikkate almalı ve söylemlerinin merkezine insanların asıl kendilerinin güçlü olduğunu anımsatmayı koymalı.
 
Bir adım daha öteye gidersek, başarılı hareketler, insanlara sadece güçlü olduklarını anlatmakla kalmazlar ve insanların gücünü net, başarılabilir hedefler oluşturarak gösterir, ardından da zaferlerini belgeler ve yayınlarlar. Ulaşılan zaferler belki sınırlıdır ama insanları harekete geçirmekteki etkileri muazzam olabilir. Örneğin, A.B.D’deki Sivil Haklar Hareketi gücünü, 1955-56’da Montgomery, Alabama’da otobüslerdeki ve 1960’da Nashville’deki büfelerdeki ırk ayrımcılığına son vermeye yoğunlaştırmıştı. Hint Bağımsızlık Mücadelesi 1930-31’de, İngilizlerden, Tuz Yasaları ve diğer yasalar üzerinde tavizler elde etmeye odaklanmıştı. Ulaşılan bu hedefler, A.B.D’deki ırk ayrımcılığına son verme veya Hindistan’da bağımsızlığı kazanma gibi muazzam işlerle kıyaslandığında küçüktü belki. Ancak gerçek etkileri, hareketler üzerinde katalizör işlevi görmesi oldu. Bu zaferler insanlara, destek ve seferberliği fevkalade arttıran, bu hareketlerin ulusal ve uluslararası arenada öne çıkmasını sağlayan eylemlerinin bir işe yaradığını ve fark yaratmaya muktedir olduklarını gösterdi.
 
Bu hedefler, A.B.D’deki Sivil Haklar Hareketinde ya da Hint Bağımsızlık Mücadelesinde sırf ahlaki üstünlük sağlandığı için başarılmadı. Aynı zamanda sıkı çalışma, yaratıcılık ve becerikli politik analizler sayesinde de başarıldı. Yine de pek çok insan bu gerçeği yok sayıyor ve bunun yerine şiddetsiz eylemin öncelikle halk protestolarından, öfkenin dışavurumundan, ahlaki öğütlerden ibaret olduğunu ya da başarısının karizmatik bir lidere ya da bir tür mistik güce bağlı olduğunu varsayıyor. Ama bu doğru değil. İdeolojik olarak pasifizme ya da etik şiddetsizliğe kendini adamış insanlara da ihtiyaç duymaz. İhtiyaç duyduğu şeyler, insanları birleştiren kapsayıcı bir vizyon, stratejik planlamaya sahip olmak, halkla etkili iletişim ve duruma dair uygun metodların saptanmasıdır. Her duruma uyacak bir reçetesi yoktur; şiddetsiz eylem yerine göre şekillenir. İlkeler, gücün rıza ve itaate dayalı olması gibi, tüm mücadelelerde sabit olsa da şiddetsiz eylemin uygulanışı belirli bir toplumun bağlamına ve detaylarına göre biçimlenir. İster gözüpek halk eylemlerini veya alışveriş motiflerindeki zekice değişimleri ortaya koysun isterse de her ikisini birden yapsın (hareketlerin çoğu farklı katılım seviyelerinden insanların kullanabilmesi için geniş çeşitlilikte taktikler tasarlarlar) insanlara, güçlü karşıtından koparılan tavizleri artırmayı sağlayacak politik bir alanın yolunu açar.
 
Neyse ki şiddetsiz eylemin nasıl kullanılacağı, tarihsel olarak nasıl kullanıldığı ve nasıl muazzam sonuçlar yarattığı üzerine pek çok entellektüel çalışma, araştırma ve iletişim çalışması yapılmıştır. Şiddetsiz eylemin sahip olduğu güç ve potansiyeli fark edenler arasında bu bilgiye olan talep artmaktadır. Bunu bir çok gazetede okumayacaksınız, bir çok politikacı tarafından bahsedildiğini de duymayacaksınız ancak tüm dünyadaki otkökü eylemcileriyle/taban hareketlerinden eylemcilerle ve sivil toplum üyeleriyle konuşursanız onlar size anlatacaktır. Onlar, toplumdaki insanların değişimin aktörleri olduğunun ve bu yapısal değişimin tabandan yaratıldığının farkındadırlar. Birilerinin gelip onlara önderlik yapmasını beklemezler çünkü hükümetlerin ve şirket yöneticilerinin çoğunun, eğer kitleleri onlarla bağlarını koparmışsa ve onları nasıl bir arada tutacaklarını bilmiyorlarsa doğru olanı yapmak için yönetimi ele almayacaklarını anlarlar. Bu yüzden dünyanın her yerinden insanlar, içinde bulundukları topluluklarının insan haklarını, özgürlüğü, adaleti, şeffaflığı, kadınların, yerlilerin ve azınlıkların haklarını kazanması ve çevrenin korunması için kendilerini güçlendirecek pragmatik bir yol olarak artan bir ilgiyle (seçimlerle, yasal sistemler ve değişim yaratmanın diğer geleneksel yollarıyla birleştirerek kullanabilecekleri bir yol olarak) şiddetsiz eyleme yönelirler. Şiddetsiz eylemin hangi amaç için kullanıldığından bağımsız, önkoşulu hep aynıdır: insanların kafalarındaki güç mefhumunun yeniden şekillenmesi. Bu bilgiyi paylaşmak, insanların sahip oldukları gücün farkına varmalarını sağlamak, insanlığın gidişatına dair elzem bir görevdir.
 
© 2008 Hardy Merriman.
*Bu makalenin yeniden düzenlenmiş bir versiyonu şurada yayınlanmıştır: Conservation Biology, Volume 22, No. 2, April 2008 pp. 241-2.
Paylaşın :
Facebook
Twitter
LinkedIn
Pinterest

E-posta listemize kaydolun ve çalışmalarımızdan haberdar olun.